21 Mayıs 2007 Pazartesi

Osmanlı Devletinde Belediye Teşkilatı

Günümüzde şikayetçi olduğumuz kurumların başında belediyeler gelir. Çöp toplamadan tutunda, su, yol, gaz, nikah, alım-satım vergisi ve hatta elektrik (ayrı bir kurum sorumlu) işlemlerine kadar belediye ile içli-dışlıyız. Çağdaş belediyecilikte hala vatandaşın belediyeye, belediyenin vatandaşa sorumluluğu nerede başlayıp nerede bittiği bir bütün olarak bilinmezken, ecdadımız Osmanlı bu meseleye halletmiş. 623 yıllık devlet yönetiminde uygulamış. Hatta Osmanlı'nın öncesinde kurulan Selçuklu Devleti'nde de belediye kanunları uygulanmış.

Tarihte ecdadımızdan bize miras kalan kültür ve medeniyet; Türk tarihinin 622 yıllık kesitini oluşturan ve içinde hem güller ve hem de dikenler bulunabilen, vazgeçemeyeceğimiz bir tarih bahçesidir. Bu bahçede elbette ki Fâtihler, Ebüssuudlar, Kanuniler ve Ahmed Cevdet Paşalar gibi güller de açmış; devletin duraklamasına ve hatta yıkılmasına sebep olan ve bütün feryatlara rağmen bağrına saplanmış dikenler de vardır. Bu tarihi değerleri Osmanlı arşivleri ışığında ortaya çıkaran Osmanlı Araştırmalar Vakfı Başkanı ve Rotterdam İslam Üniversitesi Rektörü Prof.Dr.Ahmet Akgündüz; 8 yıllık bir emeğin sonucunda "Osmanlı Devleti'nde Belediye Teşkilâtı ve Belediye Kanunları" isimli kitabının tanıtımı vakfın İstanbul'daki merkezinde gerçekleştirdi.

Kitabın takdim yazısı Doç.Dr.Said Öztürk'e ait. Ahmet Akgündüz, çalışkan ve velut bir bilim insanı. Bu zamana kadar Osmanlı ile ilgili çok önemli kitaplara imza attı. Bunların başında Osmanlı Kanunnameleri ve Bilinmeyen Osmanlı (Doç.Dr.Said Öztürk ile birlikte), Belgeler konuşuyor isimli eserleri ile göz doldurdu. Akgündüz bir noktanın özellikle altını çiziyor; "Bu zamana kadar bildiğimizin aksine, bizde belediye geleneği, 1855'te başlayan Şehremâneti ile veya 1857'de kurulan Altıncı Belediye Dâiresi ile değil, Osman Bey'in ilk muhtesibi yani Allah'ın kullarının huzuru ve refâhı için elinden geleni yapan ve Allah için çalışan belediye başkanını tayiniyle başlar. Yani bizim 500 yıl tatbik edilmiş belediye teşkilâtı gibi bir geleneğimiz vardır."

Türk Hukuk Tarihi Profesörü Akgündüz'ün araştırmasına göre dünyada ilk defa belediyeciliği uygulayan devlet Osmanlı. Dünyanın ilk belediye kanunu, ilk hayvan haklarıyla ilgili düzenleme ve tüketici haklarıyla ilgili ilk metin 1502'li yıllarda Osmanlı hukukçuları tarafından hazırlanmış ve asırlarca başarılı bir şekilde kullanılmış. İşte bilmediğimiz medeniyet hazinelerimizden birinin de belediyecilik ve belediye kanunları ile ilgili olduğunu, 600 sayfayı aşan ve sahasında uzman olan bir akademisyen tarafından kaleme alınan bu eser gözler önüne sermektedir. Eserde klasik döneme ait yaklaşık 100 küsur kanuna yer verilmiş. Bir zamanlar, Bağdad, Semendire, Bosna, Basra, Şam ve Kahire'nin belediye kanunlarının ecdadımız olan Osmanlı hukûkçuları tarafından hazırlanmış olması da, insanı tarihe çeken câzibelerden biri olmaktadır. Eserdeki kanun hükümleri incelenince, muhtesib tabir edilen belediye başkanının sadece insan hakları ve şehir ahalisinin mutluluğu için değil, hayvan haklarından da sorumlu olduğunu, 1502 tarihli İstanbul İhtisâb Kanunnâmesindeki şu hükümlerden anlıyoruz: "58. Ve ayağı yaramaz beygiri işletmeyeler. Ve at, katır, eşek ayağını gözedeler ve semerin göreler. Ve ağır yük vurmayalar; zira dilsiz canavardır. Her hangisinde eksik bulunursa, sâhibine tamam ettireler. Bu kurallara uymayanın gereği gibi hakkından gele. Ve hamallar ağır yük vurmayalar, örf ve âdet ne ise o kadar yük vuralar." Kitabın muhtevasıyla ilgili tanıtıcı bilgileri eserin yazardan dinleyelim:"Osmanlı Belediye Teşkilâtı ve Belediye Kanunları adını verdiğimiz bu eser, iki kitaptan ve kitaplar da kendi içinde değişik bölümlerden meydana gelmiştir.: Birinci Kitap: Kitaba orijinalitesini kazandıran klasik dönem yani 1299 kuruluş yılından 1855'de şehremâneti adıyla batılı anlamda belediyeciliğin başladığı tarihe kadar olan devrenin, bir diğer ifadeyle 556 yıllık Osmanlı Tarihinin belediye teşkilâtı ve kanunlarına ayrılmıştır.

Dokuz Bölüm'den meydana gelen I. Kitap'ın Birinci Bölüm'ünde, tamamen bu kanunların hükümlerinden hareket ederek, klasik dönem Osmanlı Belediye Teşkilâtı anlatılmıştır. İkinci Kitap: Tanzimat'tan sonraki dönemde yani 1855'de Şehremâneti Teşkilâtı kurulduktan sonraki tarih dilimi içinde, özellikle Fransız belediye teşkilâtı ve belediye kanunları taklit edilerek uygulanan yeni belediyecilik incelenmiş ve irdelenmiştir. Bu eseri, kütüphanesinde bulunduran belediyeci veya araştırmacı, 623 yıllık Osmanlı Belediye Teşkilâtını öğrendiği gibi, bu yıllar için de uygulanan kanunları da her zaman yanında bulundurmuş olacaktır." Eserde altının çizilmesi gereken en önemli noktalardan biride; Osmanlı Devleti'nin İstanbul'a göçü önlemek için 10 maddelik bir kanun maddesi dikkat çekiyor. Akgündüz, Osmanlı döneminde ticaret yapmayan ya da işi olmayan kimselerin İstanbul'a sokulmadığını belirtiyor. Profesör Akgündüz, "Osmanlı'nın metodu günümüz şartlarına göre uygulansaydı, İstanbul'da mekanlar talan edilmez ve tarihi doku tahrip edilmezdi.." diyor. Böylesine güzel eserden dolayı Prof.Dr.Ahmet Akgündüz'ü tebrik ediyorum. Eser Osmanlı Araştırmaları Vakfı (www.osmanli.org.tr, 0212 5134033) tarafından neşredildi.

------------------
gazete@ortadoğugazetesi.com

16 Mayıs 2007 Çarşamba

Rumeli Hisarı

Fatih Sultan Mehmed döneminde inşa edilmiştir. İstanbul Boğazı Rumeli yakasında, Anadolu Hisarının karşısına fetih öncesi şehre giriş çıkışların konotrolü amacıyla yapılmıştır. Dönemin top teknolojisine uygun olarak tasarlanmıştır. Boğazın en dar yerinde bulunmaktadır. 1452 yılında inşasına başlanmıştır ve dört ay içinde tamamlanmıştır. Osmanlı dönemi boyunca hapisane olarak kullanılmıştır.Halil Paşa, Saruca Paşa, Zağnos Paşa adlarını taşıyan, biri onikigen diğerleri silindirik üç büyük kulenin beş veya üç metre kalınlığında surlarla birbirine bağlanmasıyla oluşturulmuştur. Ayrıca beden duvarlarına bitşik küçük kuleler de vardır Büyük kuleler ortaçağ askeri mimarisinin en heybetli kulelerinden sayılır. Zağanos Paşa Kulesi'nde ve güneydoğu burcunda olmak üzere iki kitabesi vardır. İçlerindeki ahşap katlardan yalnızca Saruca Paşa Kulesi'ninkiler günümüze gelmiştir. Dağ Kapısı, Dizdar Kapısı, Hisarpeçe Kapısı ve Sel Kapısı hisarın kapı adlarıdır. Güneydoğu burcu hariç bütün kuleler kurşun kaplı külahlarla örtülü idi. Hisarın avlusunda Sultan 2. Mehmed (Fatih) tarafından yaptırılan ve bugün yalnızca minare gövdesi görülebilen bir cami vardı.Fetihten sonra hisarın askeri önemi azaldığı için mahalleler oluşmuştur. Hapishane muhafızlarının oturduğu evlerin yerine daha sonra aynı mimari geleneği sürdürerek yapılan ahşap evler 1953'te istimlak edilerek kaldırılmış, yerlerine açık hava tiyatrosu ve ek tesisler yapılmıştır.


_____________________________
Oktay Aslanapa; "Osmanlı Devri Mimarisi", s.537, İstanbul 1986.
Oktay Aslanapa; " Türk Sanatı" ,s.301-302, İstanbul 1997.
Semavi Eyice; "Rumeli Hisarı", Dünden Bugüneİstanbul Ansiklopedisi, c.6, s.355-357, İstanbul 1993.
Cahide Tamer; "Belgelerle ve Anılarla Rumelihisarı Restorasyonu", İstanbul 2001.

10 Mayıs 2007 Perşembe

BULGARİSTAN TÜRKLERİ

Bulgaristan'da Türkleri'nin menşei çok eskilere dayanmaktadır. 6 ve 7 nci y.y.'larda Tuna Bulgarları, 10 ve 12 y.y.' larda Karadeniz'in kuzeyinden gelen Kuman, Peçenek ve Uzlar bu bölgeye yerleşmişlerdir. Bu boyların büyük bir kısmı Slavlaşmış ise de önemli bir kısmı Türklüklerini muhafaza etmişlerdir. 1371 yılından itibaren Osmanlı İmparatorluğu'nun bölgeye gelmesiyle Anadolu'dan Türkler yerleştirilmeye başlamışlar.
Ancak Osmanlı İparatorluğu zayıflamaya başlamıştı. Balkanlarda Avrupa oyunu oynanıyordu.1877-78 yıllarında Osmanlı Rus harbi(savaşı) olmuştu. Türklere soykırım yapıldı. 350 bin Türk öldürüldü. 800 bin Türk Anadolu'ya göç etmek zorunda kalmıştır.Berlin anlaşmasıyla Bulgaristan prensliği kurulmuştur.
1908 yılında Bulgaristan bağımsızlığını ilan etmişti. Türkler zor günler geçiriyordu.Türklere; Pomak, Torbeş, Çingene, Müslüman Bulgarlar diye ayrıma politikasına maruz kalmışlardır. Günümüze kadar 5 defa büyük göç yaşanmış. 900 000'den fazla soydaşımız Anadolu'ya göç etmek zorunda kalmıştı. Günümüzde Rodop dağları, Pirin, Vardar, Filibe, Kırcaeli, Eğrider gibi bölgelerde Türkler çoğunluk durumundadır. Bulgaristan'da 3 milyon Türk yaşamaktadır bu demektir ki; nüfüsün %30'u Türktür.
Komunizm döneminde topraklarını ve eğitim olanakları ellerinden alınan Türkler fakirleştirilerek alt tabaka haline getirilmişlerdir. Komunizmin yıkılmasından sonra toparlanan ve kendi siyasi organizasyonlarını kuran Türkler,siyasi,sosyal ve ekonomik alanlarda seslerini duyurmaya başlamışlardır.

6 Mayıs 2007 Pazar

BATI TRAKYA TÜRKLERİ


MÖ VI ve MS III.cü yüzyıllar arasında Pers, Makedon, Roma ve Bizanslıların hakimiyetine giren Trakya'ya Türkler ilk defa 1263 yılında Selçuklu İmparatorluğu ile ayak basmıştır. Bunu 17 kez boğaz geçişi takip etmiş ve 1354 yılında bir daha dönülmemek üzere Trakya'ya geçilmiştir.
1371 yılında Gümülcine, 1373 yılında İskeçe, 1430 yılında Selanik alınarak Anadolu'dan seçme, güvenilir ve savaşcı Türk aileleri bölgeye yerleştirilmişler. Bu aileler arasında 1830'larda Makedonya'dan ve Vodina'dan göç eden, Türkiye Cumhuriyeti'nin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk'ün soyu da bulunmaktadır. 1460'da Mora'nın fethi ile bugünkü Yunanistan tümüyle Türkler'in hakimiyeti altına girmiştir.
1699 Karlofça anlaşması sonucu Ruslar tarafından desteklenen ve kışkırtılan Rumlar ilk defa Morada isyan etmişler. Batılı devletlerin yardımı ile Batı Trakya'yı (Lozan antlaşması ile) ele geçirmişler. Lozan anlaşmasından sonra Batı Trakya hariç diğer bölgelerde yaşayan Türkler Anadoluya gelmişlerdir.
Günümüzde nüfusu 350-400 bin dir. Ancak 200 bin gösterilmektedir. Bunun nedeni ise Türk Yunan mezalimi olmuştur. Yunanistan'ın Türkler üzerinde uyguladığı milli kimliklerini kaybettirecek eğitim ve asimilasyon politikaları ile Türkleri zayıf bırakmaya çalışmaktadır. Bütün bunlara rağmen Batı Trakya Türkleri kimlik ve kültürlerini korumaya devam etmektedirler.

ROMANYA TÜRKLERİ


Romanya coğrafyasında Türkler çok eskilere dayanmaktadır. Kıpçaklar, Peçenekler, Uzlar gibi Türk boyları Karadenizin kuzeyinden gelerek Romanya'ya yerleşmişlerdir.
13 14 y.y Altın Ordu ve sonraki yıllarda Osmanlı İmparatorluğu hakimiyetine girmiştir. 500 yıla yakın süren Osmanlı hakimiyet dönemi 1877-78 Osmanlı-Rus savaşı sonucu yapılan Berlin anlaşması ile bitmiştir. Türkler de Anavatandan kopmuşlardır. Bugün Türklerin sayısı 95 bin olup çoğunluk Dobruca bölgesinde yaşamaktadır.
Bugün Romanya'da Türk ve Tatar diye ikiye ayrılmış olan Türk toplumu tek bir federasyon haline birleştirme çabaları sonuç vermeye başlamıştır.

5 Mayıs 2007 Cumartesi

SANCAK TÜRKLERİ


Kuzeyde Bosna Hersek, doğuda Sırbistan, güneyinde Kosova, batısında Karadağ ile sınırlanmaktadır. 8687 metre karelik bir vilayet olan Sancak, 15 y.y Osmanlının hakimiyetine girmiştir.
19 y.y'da Rusya'nın detseğiyle Sırbistan ve Karadağ'ın soykırımına uğramışlardır. Sancak Türklerini Türkiye'ye göç etmeye zorlamışlardır.
1980 yılında Yosif Bros Tito'nun ölümüyle dağılma sürecine giren Yugoslavya, 1991 yılında parçalanınca Sancak vilayetinde Türk kıyımı yine başlamıştır. Bugün 350 bin müslüman ahali yaşamaktadır. Günümüzde halen Sancak Türk-Osmanlı karakterini yansıtmaktadır.


MAKEDONYA TÜRKLERİ


MS. IV. yüzyılda Türk boylarından Hun, Avar, Bulgar, Oğuz, Peçenek ve Kumanlar'ın bölgeye gelmesi ile başlayan Türk yerleşimi, Osmanlı İmparatorluğu'nun bölgeyi fethetmesi ile Türkleşmeye başlamıştır.
Fethedilen topraklara Batı ve Kuzey Anadolu'dan getirilen Türkler yerleştirilerek Türk köy ve kasabaları kurulmuştur. Bugün Makedonya'da yaşayan türkler bunların torunlarıdır. 1912 yılına kadar çoğunluğu teşkil eden Türkler, yıldırma politikasına marus kalmışlardır. Hak ve özgürlükleri ellerinden alınmış, göçe zorlanmışlardır. Bu göçler sonucu azınlık durumuna düşmüşlerdir.
Bugun ise 100 binden fazla Türk yaşamaktadır.
Türkiye Cumhuriyeti'nin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk'ün Dedesi Kızıl Hafız Ahmed'in Anadolu'dan gelen soyu, Makedonya'nın Debre şehrine bağlı olan ''Kocacık'' köyüne yerleşmiştir. Bugün ise Kızıl Oğuz(kolacık) yörükleri ile meşkündür.

--------------------------------
Yrd. Doç. Dr. Ali GÜLER
Yrd. Doç. Dr. Suat AKGÜL

BALKAN TÜRKLERİ

Türkler' in Balkanlara yerleşmesi çok eski tarihlere dayanmaktadır. Türkler Balkanlar'a iki ayrı koldan gekmişlerdir. Birincisi Hazar Denizi-Karadeniz kuzeyinden, ikincisi ise güneyden Anadolu üzerindendir.
Balkanlar'a gelen ilk Türk kavimleri MS 300 yıllardan itibaren Karadeniz'in kuzeyinden geçerek bölgeye yerleşmişlerdir. Bunlar Oğur, Bulgar, Peçenek, Avar, Sabar, Oğuz, Kuman'lar gibi Türk boylarıdır. Ancak bu Türk kavimlerinin büyük bir çoğunluğu hristiyanlığı kabul ederek Slavlaşmışlardır. Tarihçiler bunlara ''Kayıp Türk Kavimleri'' olarak adlandırmışlardır. Slav ve Bizanslılar'ın ideolojik baskıları nedeni ile kimliklerini kaybetmişlerdir.
Balkanlar'a giren ikinci Türk kuşağı ise Anadolu üzerinden olmuştur. Orta Asya'dan gelip Anadolu'ya yerleşen Türkler, Osmanlı beyliği zamanında Çanakale boğazını geçerek Balkanlar'a ayak basmış, 1526 yılında kazanılan Mohaç Zaferi ile Balkanlar'da kesin Türk egemenliği dönemi başlamıştır. Anadolu'dan seçme aileler Batı Trakya, Bulgaristan, Makedonya, Eski yugoslavya ve Romanya'ya yerleştirilmiştir.
19 y.y Osmanlı İmparatorluğu'nun zayıflamaya başlaması, 1878 yılında Berlin Anlaşması ile Sırbistan, Romanya ve Karadağ'ın bağımsızlığının kabulu, 1909 yılında yapılan Peterzburg anlaşması ile Bulgaristan'ın bağımsızlığı, 1912 Balkan Savaşı esnasında Arnavutluğun bağımsızlığını kazanması soncu Balkanlar Türk hakimiyetinden çıkmıştır.
1830 yıllarından sonra Türk şehirleri yakılıp yıkılmış, Türk mal varlığı yağmalanmış, Anadoluya akın akın göç başlamıştır. Bütün bunlar sonucu Türkler Balkanlar'da kimliklerini muhafaza etmeye çalışan azınlık haline düşmüştür.

3 Mayıs 2007 Perşembe

Medeniyetler Şehri İstanbul'un Fethi

II. Murad'ın ölümünden sonra II.Mehmed hükümdar oldu. II Murad döneminde, Devletin resmi kayıtları Türkçe tutulmuştur. Yerine geçen II.Mehmed çağın bilginleri, alim ve hocaları tarafından çok iyi eğitilmiş bir şehzadeydi.

Fethi Hazırlayan Sebepler
Bizans Devleti, Rumeli ve Anadolu arasında bir engeldi. İstanbul'un stratejik bir önemi vardı.Bizans, Türk beyliklerini Osmanlı aleyhine kışkırtıyor, devleti karışıklıklara sürüklüyordu. İstanbul, üç kıtayı birbirine bağlayan deniz ve kara yollarının kesiştiği tek merkezdi. Dünya ticaretine hakim olmak için de devrin en büyük limanı olan bu şehrin fethi şarttı.
Hz. Muhammed'in İstanbul'u fethedecek kumandanı ve ordusunu övdüğü ve kutladığı konusunda hadis de vardı.
Bizans Roma imparatorluğunun manevi mirasçısıydı. Bu bakımdan İstanbul'u fetheden devlete, Batı'nın bakışı da farklı olacaktı.

Bizans'ta Durum
İmparator IX. Konstantin Dragenes savunma tedbirlerini artırdı. Yıkık surları ve kaleleri tamir etti. Donanmayı Haliç'e çektirip girişi zincirle kapatırdı. Hristiyan ülkelerinden yardım istedi ancak Cenevizlilerden başka bu isteği kimse kabul etmedi.
Bizansta mezhep ve din problemleri vardı. Bizans'ta çoğunluk olan Ortodoks halkı Katoliklerden nefret ediyordu. Halk ile bazı devlet adamları kardinal külahı görmektense Türk sarığı görmeyi tercih ediyordu. Çünkü IV. Haçlı seferleri sırasında Latinler İstanbul'u yağmalamıştı.

İstanbul'un Fethi 23 Mart 1453'te Edirne'den hareket etti. 5 Nisan 1453'te karadan ve denizden kuşatmayı başlattı. Sultan boş yere kan dökülmesin diyerek şehrin teslimini istedi. İmparator bu teklifi red etti. 6 Nisan sabahı savaş başladı. Papalıktan gelen yardım gemilerinin Haliç'e girmesi Sultan'ı kızdırdı. Çünkü Haliç'in ağzı zincirle kapatılmıştı. Buradan Osmanlı gemileri geçemiyordu. 22 Nisan 80 Osmanlı hafif gemisini bir gecede Tophane-Tepebaşı yoluyla Haliçe indirtti. Sabahleyin Bizanlılar bu manzarayı gördüklerinde şaşırdılar. Çünkü karadan kızaklarla kaydırarak gerçekleştirilen bu hareket, o güne kadar ne görülmüş ne de düşünülmüştü.
Sultan, 29 Mayıs 1453'te sabah namazından sonra kesin hücüm emri verdi. Topkapı surlarının üzerinde Ulubatlı Hasan öncülüğündeki birlik, Türk bayrağını dikti. İstanbul fethedilmişti. Cana kıyılmadı ve yıkım yapılmadı.
Sultan II.Mehmed, hocası Akşemseddin'in arkasında şehre girdi. Bizanslılar, bu manzara ve genç hükümdar kaşısında çok şaşırdılar. Sultan doğruca Ayasofya'ya gitti. Burayı fetih hakkı olarak camiye çevirdi. Bundan sonra Sultan Mehmed, fetheden anlamında Fatih ünvanıyla anılacaktır.

Fethin Önemi
Türkiye birliği kesin olarak sağlandı. Anadolu ve Rumeli tabii merkezinde birleşti. Fatih; Türkler için büyük bir Hakan, Avrupalılar için Doğu Roma imparatoru oldu.
Ticari ve stratejik önemi bulunan boğazların tek hakimi oldular.
Ortodoks klisesinin başı olan patrik, dini konularda tamamen serbest bırakıldı.
Ermeni klisesi Hürriyetine kavuştu.Kısaca Orta Çağ'ın kapandığını ve yni bir çağın başladığını göstermektedir.

2 Mayıs 2007 Çarşamba

Rumeli Fatihi I.Sultan Murad

Sultan birinci Murad Balkan fatihidir. 1360 senesinde Edirneyi aldı. 1371'de Çirmen zaferinin ardından Sırp prensliği, Bulgar kralı ve Bizans imparatoru Osmanlı'nın hakimiyeti altına girdiler.17 sene sonra Ploçnik adında bir yerde Hristiyanlar, Timurtaş paşaya karşı zafer kazandılar. Türklere karşı kazanılan ilk zaferdi.Bu zafer ise onları cesaretlendimişti.Sırp, Bulgar ve Bosna kralları birleşerek Osmanlıya karşı savaş hazırlıklarına başladılar. Bir sene sonra, 1389 senesinde Kosova savaşı yapıldı. Bu savaş Osmanlı'nın zaferiyle sonuçlanmıştı. Böylece Balkanlar'da Macarlar'dan başka Osmanlıya karşı koyabilecek bir güç kalmamıştı. Sultan Murad zafer için Allaha sükrediyordu. Miloş obiliç müslüm olacağı bahanesiyle Sultan Murad'ın yanına geldi. Bir hançerle Sultana saldıran Miloş, Sultanı kalbinden yaralamıştı. Miloş muafızlar tarafından öldürüldü.Sultan Murad'ın yarası ağırdı, hayattan umudu kesilmişti. Sultan Murad'ın ölümünden sonra yerine oğlu Yıldırım Beyazit geçti. Sultan Murad döneminde Osmanlı'lar beylikten, devlete geçtiler. İç organları'nın bulunduğu türbe Kosovada'dır.
__________________

Dr.Erhan AFYONCU

1 Mayıs 2007 Salı

Aya Sofya

Dünya'nın sekiz harikalarından biri sayılan Ayasofya,sanat tarihi ve mimarlık dünyası açısından önemlidir. Orjinal adı Hagia Sofia'dır. 4 y.y ikinci yarısında Büyük Konstantin'in oğlu Konstantinus zamanında yapılmış. 404 yılında, bir isyan sırasında yanan ilk yapının yerine daha büyük ölçülerde inşa edilen 2.klise 425 yılında törenle açılmıştı. 532 yılında Hipodromda bir isyan çıkmış. Bu isyan ''Nika'' isyanı diye bilir ve Justinyanus aleyhine gelişen bu isyanda Ayasofya klisesi de yakılmıştı. İsyan bastırıldı. Justinyanus, dünyanın en büyük ibadethanesini yapmaya hazırlanıyordu. 532'de klisenin inşaasına başlandı bu ise beş yıl sürdü. Kubbe inşaatı Roma mimarisi tarafından geliştirilmiş. Bazilika planı da eski devirlerden beri tadbik edilmekte imiş. 1453 İstanbul Fatih Sultan Mehmed tarafından fethedildi. Ayasofya onarıldı ve camiye cevrildi.

Topkapı Sarayı

Top kapı Sarayı, İstanbul'un fethinden sonra Fatih Sultan Mehmet Han tarafından 1460-1478 yıllarında inşa edilmiştir. Yaklaşık 380 yıl imparatorluğun yönetim yeri ve evi olarak kullanılmıştır. Dünyada günümüze gelebilmiş en eskisi ve genişi topkapı sarayıdır.Atatürk'ün emriyle 1924'den bu yana müze olarak kullanılmaktadır. Saray'da sergilenen müze parşçalarının pek çoğu dünya'da eşi-benzeri olmayan şaheserlerdir. Saray olarak kullanıldığı devirlerdeki, tarihteki diğer saraylara göre oldukça değişiktir. Sultan'ın resmi ikametgahı olmakla beraber, devlet işlerinin merkezi, bakanlar kurulunun toplandığı, devlet hazinesi, derphanesi ve arşivlerin bulunduğu yerdi.

Birinci Avlu
Sarayın birinci avlusuna Bab-ı Hümayun kapısından girilir. Kapı dışındaki anıt çeşme
XVIII yüzyıl Türk Sanatının en güzel örneklerindendir. Birinci avluda saray fırınları, derphane, muhafız alanı, odun depoları ve aşağıdaki düzlüklerde sebzeler ekiliyormuş. Sarayın ilk yapısı ve Çinili köşk ve Arkeolojik müzeleri burdadır. Girişi takiben solda 6 y.y. Bizans eseri olan Aya İrini Müzesi yer alır.

Bab'ı Hümayun-Saltanat Kapısı
Kapını üzerinde Ali bin yahya tarafından yazılmış Celi sülüs ile dört satırlık 1478 tarihini veren bir kitabe vardır. Kitabenin altında ve kapının iç tarafında II.Mahmut ve sultan Abdülaziz'e ait tuğralar bulunmaktadır. Bab'ı humayün'ün iki yanında,kapıcılara ayrılmış küçük odalar bulunmaktadır. Kapının üzerinde 1886'da yandığı için günümüze ulaşamayan, Fatih Sultan Mehmed'in kendisi için yaptırmış olduğu küçük bir daire bulunmaktaydı. Üst katın asıl önemi Beytül mal(Kapı Arası Hazinesi)olarak kullanılmış olmasıdır. Padişah'ın ölen kullarının ya da varisiz ölen kişilerin servetinin Sultan hazinesi olan Muhalefet sistemi ile bağlantılı olan bu mekan, Sultan hazinesine alınmayan emtianın yedi sene yedi sene emanete alındığı yer olarak ullanılmıştır.


İkinci Avlu
Topkapı Sarayı müzesinin ana girişi, ikinci kapı olan Bab-üs-selam orta kapıdır. İkinci avlu devlet ve hükümetin yönetim merkeziymiş. Yanlızca sultanların at bindiği bu havluda, halktan resmi işi olanlar, özel ödeme günlerinde maaşlarını alan yeniçeri temsilcileri, elçi kabulleri ve devlet törenleri yapılırdı. Avlunun sol yanında kabinenin toplandığı yönetim bölümü yer alır. Sarayın tek kulesi de burdadır. Adalet kulesi de denir.



Bab-üs-selam-orta kapı
Birinci avluyu ikinci avluya bağlayan kapıdır. Birinci Avluya bakan cephedeki taç kapısının üstünde celi hatla ''Kelime-i Tevhid'', altında II Mahmud'un tuğrası, iki yanında da III Mustafa'nın tuğrası bulunmaktadır. Bu tuğralar'ın altında 1758 tamir kitabeleri yer almaktadır. Kapının iki yanında birer kule yer almaktadır. Bu geçit yerinden yine bir demir kapı ile ikinci avluya girilir. Kapı binasının solunda bir, sağında ise iki oda bulunur orada kapıcılar oturuyorlarmış. Yüksek rütbeli devlet adamlarının tutuklandıkları ve boğularak öldürüldükleri yer olan ''Kara Kap'' buradadır. Girişe göre sağ tarafta Yeniçeri ağası; Sol tarafta ise sipahi ağaları otururlarmış.

Kız Kulesi Efsanesi

Kızkulesi Asya ile Avrupa'nın kesiştiği bir noktada yer alır. İki kıta arasındaki konumu sebebiyle dünyada eşi benzeri olmayan yapılar konumundadır. Antik çağda başlayan geçmişi ile Yunan'dan Bizans İmparatorluğu'na Bizans'dan Osmanlı İmparatorluğu'na tüm tarihi dönemlerde var olarak günümüze kadar gelmiştir. 2500 yıllık tarihe sahiptir. Yunan döneminde bir mezara ev sahipliği yapmıştır. Bizans Döneminde inşa edilen ek bina ile gümrük istasyonu olarak kullanılmıştır. Osmanlı döneminde savunma kalesi olmaktan çok bir gösteri platformu olarak kullanılmış ve Mehterler adaya getirilen topların atışları ile birlikte nevbet (bir çeşit istiklal marşı) okumuşlardır.

EFSANELER

Hero İle Leandros'un Aşkı
Ovidus'un kaydettiği bir aşk hikayesidir. Hero ile Leandros'un hüzünlü aşkını anlatmaktadır. Hero Afroditin rahibelerindendir ve aşka yasaklıdır.Yıllar sonra Afrodit'in tapınağında yapılan bir törene katılmak için kuleden ayrılır ve orada Leandros ile karşılaşır. Birbirine aşık olan bu iki genc, gece Leandros'un kuleye gelmesiyle aşklarını kutsarlar. Kız kulesi her gece iki gencin yasak aşlarına tanıklık eder. Leandros'un yüzerek geldiği fırtınalı bir günda Hero'nun yaktığı sevda ateşinin feneri söner. Karanlıkta yolunu kaybeden Leandros,boğazın sularına gömülür. Sevgilisinin öldüğünü gören Hero da kendisni Kızkulesi'nden boğazın sularına bırakır.

Prenses'in Ölümü
Kehanete göre kralın birine, çok sevdiği kızı 18 yaşına geldiğinde bir yılan tarafından sokularak öleceği söylenir. Bunun üzerine Kral denizin ortasında bu kuleyi onararak kızını buraya yerleştirir. Kaderin kaçınılmazlığını kanıtlarcasına, kuleye gönderilen üzüm sepetinden çıkan bir yılan, Prenses'in tenine süzülerek zehrini boşaltır. Kral, kızına demirden bir tabut yaptırarak Ayasofya'nın giriş kapısının üstüne yerleştirir. Bugün bu tabut'da iki tane delik vardır. Yılan'ın ölümünden sonra da onu rahat bırakmadığına dair hikayeler anlatılır.